Bu Blogda Ara
16 Ocak 2011 Pazar
12 Ocak 2011 Çarşamba
SAKLI KORKULAR
Hepimiz bir şeylerden bir zaman utanmışızdır. Bu nedenle utangaçlık duygusunu tanırız. Eğer bu duygumuz çok sınırlı sayıda sosyal ortamda yaşanmışsa ve uzun süreli bir problem oluşturmadıysa, ne güzel. Ancak bazı kişiler için başka insanlarla bir arada olmak sürekli bir problemdir. Bu kişiler sosyal ortamlarda kendilerinden hiçbir zaman emin olamazlar. Birileriyle beraber olmadan önce, onlarla birlikteyken ve ayrıldıktan sonra, hep, doğru dürüst konuşmak ve davranmak konusunda endişe yaşarlar. Bazen de utangaçlık öyle boyutlarda yaşanır ki, kişi kendini tamamen başkalarından izole eder ve kendini yalnızlığa mahkum eder.
Örneğin; utangaç bir bebek annesinin eteğine yapışır, onun arkasına saklanır yada başını babasının omzuna gömerse, “aman ne kadar tatlı” deriz. Aynı çocuk büyüdükçe, arkadaş edinmede güçlük çeker, benlik saygısı zayıflar ve sosyal etkileşimleri sınırlı kalırsa utangaç davranışları artık “tatlı” olmaktan çıkmıştır.
Özlem; lisedeyken sadece bir – iki arkadaşı vardı. Üniversitede ikende hiç arkadaş edinememişti. Kemal; okul kafeteryasında her gün tek başına yemek yemekten çok rahatsız oluyor ve kendini çok yalnız hissediyordu. Uğur ; okulda her gün gülüp eğlenen bir grubun üyesi olmayı istemişti hep. Sibel; iş toplantılarında hiçbir zaman yüksek sesle konuşamazdı, hemen yüzünün kızaracağını bilir ve bu durumda daha da çok utanırdı.
Özlem, Kemal, Uğur, Sibel ve sayısı milyonları bulan diğerleri arasındaki ortak özellik bu insanların hepsinin de utangaç insanlar olmalarıdır. Utangaçlık o kadar yaygındır ki, utangaçlıktan söz edilirken “ psikolojinin soğuk algınlığı” terimi sık olarak kullanılır.
UTANGAÇLIĞIN NELERLE İLİŞKİSİ VAR?
Sosyal Kaygı: utangaçlık iç içe yaşanan yoğun ve rahatsız edici bir duygudur. Çevredeki insanların gözünde utanılacak durum, aptal duruma düşme, onlar tarafından reddedilme yada yetersiz görülme korkusudur. Utangaçlık sorunu olan kişi birileriyle birlikteyken bu kaygıyı nasıl gidereceğine değil, “ne kadar çok kaygılı” olduğuna konsantre olur. Böylelikle kaygısı daha da artar ve bir kısır döngüye girmiş olur. Bakalım aynı zamanda zihninden geçen otomatik düşünceler nelerdir:
· Kendimi aptal durumuna düşüreceğim,
· Söyleyecek hiçbir şey bulamayacağım, donup kalacağım,
· Eğer ağzımı açarsam sesim bir tuhaf çıkacak,
· Kalbim fena halde çarpıyor, ya kalp krizi geçirirsem,
· Çok tuhaf görünüyor olmalıyım,
· Bir kaçabilsem,
· Kendimi kontrol edemeyeceğim,
· Kızaracağım, titreyeceğim.
Önemli olan bu düşüncelerin gerçekçi algılar üzerine oturtulmamış, tam tersi, mantık dışı bir korkuya temellendirilmiş olmalarıdır. Çünkü herkesin onları seyrettiğine, zayıflıklarını yada yetersizliklerini yakalamaya çalıştıklarına inanır ve kaygının kısır döngüsü arttıkça düşünceler de iyice çarpıtılır.
Utangaçlık sorunu olan kişilerin mantık dışı 4 temel inançları şunlardır:
1. Bir sosyal toplantıda uzun süre durup beklerseniz, iyi bir şey olur.
Bu inanç sohbet başlatmak korkusuyla geliştirilir. Oysa ki, iki kişinin tanışması yada konuşması için en az bir kişinin çaba göstermesi gerekir.
2. Diğer insanlar sosyal etkinliklere davet edildikleri için şanslıdır.
Çok yanlış. Tam tersi bu bir şans işi değildir. Sosyal olarak aktif olan insanlar, başkaları ile tanışmak ve onlarla zaman geçirmek için çaba gösterirler, kulüplere üye olurlar, başkalarını bir şeyler yapmak için davet ederler.
3. Nerede olursam olayım sosyalleşebilme olanağım hep aynı olacaktır.
Bu çaba göstermemek için başka bir bahanedir. Oysa bir çok sosyal kulübün insanları bir araya getirmek gibi bir işlevi vardır. Etkinliklerine katıldığınız zaman kendinizi birileriyle birlikte bir şeyler yaparken bulursunuz.
4. Biri bana karşı ilgisiz görünüyorsa o kesinlikle beni sevmiyordur ve hiçbir zaman sevmeyecektir.
Bu inanç boş yere kendinizi insanlardan çekmenize ve yalnızlık hissetmenize yol açar. Biri sizinle ilgilenmediyse bu sizi sevmiyor anlamına gelmez. Sevgi zaman ister ve bir şeyler paylaştıkça delişir.
Halbuki utangaç olan insanlar bu mantık dışı inançlarının yerine gerçekçi olan inançlar koyabilseler utangaçlıklarını yenme konusunda güzel bir başlangıç yapmış olurlar. Bunlar;
· Sosyal bir ortama girince herkes biraz kaygı yaşar, bu nedenle bir şeyleri başlatmadan önce tamamen rahatlamayı bekleyemem.
· Olmadığım biri gibi davranmama gerek yok. Bu beni daha da kaygılandırıyor.
· Başkalarının beni çok acımasız eleştireceğini düşünüyorum. Gerçekte kendime karşı acımasız olan benim.
· Sosyal becerileri çok gelişmiş kişiler de her zaman % 100 başarılı değiller. Bu nedenle bir etkileşim istediğim gibi iyi gitmezse çok üzülmemeliyim.
Sosyal kaygı utangaç olmayan insanlar tarafından da yaşanır. Ancak bu kişiler kaygılarını farklı bir biçimde yorumladıkları için kısır döngüye girmezler. Utangaçlık sorunu olanlar bu kaygıyı kendi kişiliklerinin bir parçası olarak görürler. Diğerleri ise bir duygu olarak değerlendirirler ve “aynı ortamda kim olsa aynı duyguyu yaşardı” diye düşünürler.
Bu yorumlama farklılığı utangaç olmayan kişilerin kendilerine güvenlerinin daha fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Bir başka deyişle bu kişiler sosyal ortamdaki başarılarının kendilerinden, başarısızlıklarının ise dış etkenlerden kaynaklandığını düşünürken, utangaç kişiler tam tersine, sosyal ortamdaki başarısızlıklarının kendilerinden kaynaklandığını, başarının ise ortam sayesinde gerçekleştiğini düşünürler.
Genelde utangaçlık sorunu olan kişilerde sosyal beceri eksikliği bulunmaktadır. Bir başka deyişle ilişkiyi başlatma ve sürdürme konusunda gereken bir takım sözel olan – olmayan davranış becerilerini öğrenememişlerdir.
9 Ocak 2011 Pazar
PERA'DAN YÜZLER
Galatasaray Postanesi:
1875 yılında Tüccar Theodor Sıvacıyan tarafından konut olarak, inşa ettirilen bina, zarif girlandlarla süslü konsollarla bezeli, neo-klasik cephe ögeleri ağır basan eklektik bir yapı. Zamanında, Sıvacıyan üst katlarda otururken, Bay Apolonatos da giriş katını ecza laboratuvarı olarak işletiyordu. 1907 yılında, Hüseyin Hasip Efendi Posta-Telgraf Nazırı iken, bina satın alınmış ve Beyoğlu Posta-Telgraf Merkezi olarak hizmete girmişti. O zamandan beri de ‘‘dünyanın en güzel postanesi’’ olarak hizmetini sürdürüyordu. Taa ki Türkiye, onun artık postane değil, ‘‘müzelik’’ olmasına karar verene kadar... Maundan yapılmış, gül ağacıyla kaplanmış, pirinç çivilerle raptedilmiş ve pervazları altın yaldız olan kapılarıyla ünlüydü.
Cité de Péra: Ünlü Naum Efendi'nin tiyatrosunun bulunduğu mekanda, 1870 büyük Beyoğlu yangınından sonra mimar Cleathy Zanno tarafından inşaatı 1876’da tamamlanan yapı, sahibi Banker Hristaki Zografos tarafından Cité de Péra adıyla işletilmeye açıldı. 24 dükkan ve 18 daireden oluşur. Vallaury ailesinin pastanesi, Pandelis'in çiçekçi dükkanı, Panoyot Yorgiadis'in antikacı dükkanı, Köleyan kuaförü, Boyacıyan ayakkabıcısı, Acemyan tütüncüsü, Teodoridis eczanesi, Yorgo meyhanesi, Hristo'nun kafesi buradaydı. Başlangıçta sahibinden dolayı Hristaki adıyla anılan pasaj, 1908'de Said paşanın sayın almasıyla birlikte Said paşa geçidi olarak anılmaya başladı. 1920’lerde, pasaja yerleşmeye başlayan çiçekçilere atfen Çiçek pasajı olarak anılmaya başlanan mekan, sonraları meyhanelere zemin yarattıkça, apartman sakinleri ve isimleri yadigar kalan çiçekçileri kaçırttı. Entellektüel Cavit, Stop, Seviç, Palmiye, Nektar, Kime ne, Karadağ, Aile, Pasaj, Mahzen, o dönemin gözde içkili mekanlarıydı. 1978'de çöken bina, 1988'de onarılıp yeniden hizmete açıldı. Ancak, Pasajın yıkılmasıyla birlikte, Cadde kapısının sağında 1940′lı yıllarda edebiyatçıların, sanatçıların uğrak yeri, bir kült meyhane de tarihe karıştı. Artık ne Orhan Veli kaldı, ne Canan, ne de “Degustasyon”.
Tokatlıyan Han: Üç Horan adlı Ermeni kilisesi vakfına ait bir arsa üzerine kilise tarafından 1844'de inşa edilen tiyatro binasının yanması üzerine, babası ve kardeşi Bedros ile 1897'de Splendid restoranın sahibi Mıgirdiç Tokatlıyan'a 60 yıllığına işletme hakkı karşılığında otel yapma izni verildi. Hovsep Aznavuryan’ın inşa ettiği otel, Pera palas ve Park otel ile birlikte İstanbul'un en lüks üç otelinden biriydi. 1950'lere kadar ününü kaybetmedi. Sonraları bir karadenizli vatandaşın, Konak oteli ismiyle işlettiği bina şimdilerde iş hanı olarak kullanılıyor.
Cercle d’Orient: Eğin'den İstanbul'a göç eden bir ermeni ailesi mensubu Abraham Eramyan paşa tarafından ısmarlan, 1882’de mimar Alexandre Vallaury’nin görkemli eseri. Binanın seçkin dükkanları arasında modacı Chavin, ünlü terziler Mir ve Cottereau, lüks gömlekçi Tataryan, vezirlerin bile başlarını emanet ettikleri usta berber Stavraki’nin mekanları sayılabilir. Ancak içlerinde özel bir tanesi daha var : 1942den bu yana Arnavut asıllı rum Luca Zgonidis'in, rum asıllı Lefter İlyadis'le birlikte kurdukları profiterol'ün icad edildiği İnci pastanesi. Akbabalar her köşede bir taklidini açmaya başladı. Onun da kepenk indirmesi fazla gecikmez. Son bir Profiterol daha kapmalı.
Bina blokunda üç de sinema yer alıyordu: sonraları Sümer, daha sonra Rüya adını alan Artistik, yangına kurban edilen meşhur İpek olarak tanıyacağımız Opera ve bugün Emek olarak tanınan Melek sinemaları. Bina Varlık vergisi yıllarında ise Cercle d’Orient Bloğu belediye tarafından satın alındı. Son zamanlarda Emekli sandığının malı oldu.
Halep Pasajı: Hristiyan Arap Hacar ailesi tarafından 1885’de yaptırılan pasaj, her dem sanatsal faaliyetlere mekan olmuştur. Pasajın arka tarafında Cirque de Péra, 1904'de yanınca rum mimar Campanaki tarafından tiyatroya çevrilir. --> Varyete tiyatrosu --> 1920'lerde Süreyya İlmen paşa satın alır--> Fransız tiyatrosu --> Ses sinema ve tiyatrosu --> 1942'de Ses opereti --> 1963 Dormen tiyatrosu --> 1989 Ferhan Şensoy Orta Oyuncular.
Atlas Han: Katolik ermeni banker Agop Köçeoğlu, kışlık aile konağı olarak 1870’de inşa ettirdi. Zemin katta ahırlar bulunan konağın içine, sonraları Atlas sineması, Kulis bar ve Muhsin Ertuğrul tarafından kurulan "Küçük Sahne" tiyatrosu yerleşti. 1970'lerde banker Kastelli tarafından satın alınan han, bankerin iflası üzerine 1985'de hazineye devredildi. 1989'da Türker İnan-oğlu'na intikal eden sinema, restorasyon sonrası yeniden canlandırıldı. Köşesinde Beyoğlu ile özdeşleşen "Zambo" adlı fındıklı çikolatayı satan bir büfe yer alır.
Rumeli Han: Ragıp paşanın, Afrika ve Anadolu pasajları ile birlikte inşa etirdiği üç handan biridir. Cephesi barok ağırlıklı, neo-Klasik vurgulu eklektik tarzda bezenmiştir.
pasajda otuz dükkan, elliiki daire bulunuyordu. Girişinde Lavanta kokularıyla ünlü, Istanbul'un en eski eczanele-rinden, 1895'de Pharmacie Parisienne adıyla açılan, Reboul eczanesi bulunu-yordu. Sahibi Jean César Reboul'un 1944'de ölümün-den sonra da aynı isimle devam etti.
Aynalı Pasaj (Avrupa Pasajı): Naum tiyatrosu ve Mr. Bouin'in "Hotel Restaurant des Palais des Fleurs" otelinin bulunduğu, Louis Soulier tarafından 1856'da Osmanlı'da ilk sirk gösterilerinin düenlendiği mekan, sahibi Michael Naum Duhani'nin 1868 de ölümü ve 1870 yangınından sonra tahrip olması üzerine eski yapının yerine mimar Pulgher tarafından neo-klasik tarzda inşa edildi. 56 metre uzunluğunda, 22 dükkandan oluşur. 1929'da hazineye devredildi. 1989'da restorasyonu tamamlandı.
Hazzopulo Pasajı: 1871’de Kurulduğu günde olduğu gibi, halen tuhafiyecilerin mekanı olan pasaj, bir zamanlar Jön Türk’lerin de toplantı mahalliydi. 13 numarada, Ahmet Mithat efendinin matbaası mevcuttu. Namık Kemal'in "İbret" isimli gazetesi de pasajda basılmıştı. Ayrıca, Selle Adam'ın müzik mağazası ve Kamelos'un lokantası bulunurdu. Pasajın diğer saygın şahsiyetleri arasında kuaför Valentin kardeşler, halıcı Filipoviç, Braun kardeşler, Mlle. Akitodores ve Singrus'lar, Paris somyaları satıcısı Neyrat, lüks kundura magazası sahibi Heral usta, kadın iç çamaşırı satıcısı Mme. Etienne Touzet, erkek terzileri Foskolo, Armao, Barbagalo ve Marengo sayılabilir. Hacopoulo pasajının üçüncü bir kapısından geçilerek "AyaPanayia (Meryem) Isodion" Rum Ortodoks kilisesine de ulaşılabiliyor. Kilise’nin ilginç yanı, genelde rum kiliselerinde pek rastlanmayan bir çan kulesi iliştirilmiş olması.
Mısır Apartmanı: Art Nouveau, Avrupa modernizmi ve Arabesk unsurların uyumlu birlikteliğiyle şekil bulan cephesi ile mimar Hovsep Aznavuryan’ın eseri olan bina Mısır Hıdivi Ababs Halim paşanın kışlık konağı olarak inşa edilmişti. Sonradan apartmana dönüştürülüp, ev ve işyeri olarak değerlendirildi. Şair Mehmet Akif Ersoy 1936’ da bu dairelerden birine yerleşmişti. Binanın alt katında uzun yıllar Lazzaro Franco mefruşat mağazası yer aldı.
Elhamra Han: 1868 yılına değin Billur Sarayı adı ile bilinen bina 1920’de Arapzade Said bey tarafından satın alınıp onarıma sokulur. Mimarının Vedat Tek ya da Kyriakidis olduğu konusunda spekülasyonlar mevcut. İstiklal caddesinde Oryantalist etkiler taşıyan tek bina, ancak adının anımsattığı Magribi-Endülüs mimari-siyle fazla bir benzerlik taşımıyor.Han içindeki sinema Cumhuriyet ile yaşıt. Bir kaç kez el değiştirip bir süre de tiyatro olarak kullanıldı.
Venedik Sarayı: Osmanlı tarihinde daimi elçi bulundurma hakkını ilk kez elde eden Venedik 1454'den itibaren İstanbul'a elçi atar. 1628'de ilk bina kurulur. Sonraki konut Vighne de Pera kiralık bir evdi. Sonraları bugünkü sarayın arazisine kurulu Salvago ailesinin ahşap konağı kiralandı. 1744'de Giacomo Casanova bir süre binada misafir edilmiş. 1746'da Venedik senatosu bu konağı satın aldı. değişik dönemlerde restorasyon geçirdi. Binanın en geniş kapsamlı restorasyonu 1782 polonyalı rahip Jean Chrysostome Orlowsky tarafından tamamlandı. 1815 Viyana anlaşması sonrasında Avusturya'ya devredildi. 19cu yüzyıl sonunda İtalyan birliğinin kurulması ve I dünya savaşı ile Avusturya-Macaristan imparatorluğunun dağılması sonrasında İtalyanlar binalarına geri kavuştular. 1936 yılına kadar İtalyan büyükelçiliğinin İstanbul ikametgahı olarak kullanıldı.
Botter apt: Holanda’dan İstanbul’a göçüp, II Abdülhamit’in terziliğine kadar yükselen Jean Botter’in 1900 yılında yaptırdığı apartman. Haute Couture’ün gözde temsilcilerinden olan M. Botter, alt katlarını moda evi ve atölye olarak tanzin ettiği binanın üst katlarında oturuyordu. Bina “art nouveau” akımının ülkemizdeki ilk uygulaması olarak tarihe geçer. Mimarı, 15 yıl boyunca İstanbul’da kalıp, kamusal ya da özel, bir çok binaya daha imza atan, II Abdülhamit’in saray mimarı olan İtalyan Raimondo d’Aronco’dur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)